Yaş aldıkça, yenilen kazıkların “tecrübe” adıyla kibarlaştırıldığını fark ettikçe çevredeki insan sayısı azalıyor. Bu bir tercih mi mecburiyet mi, bilmiyorum. Ben 3 sene önce sıkı bir sadeleşmeye girip kendi yolumda ilerlemeyi seçtim. Öbür türlü kendimden fazla ödün vermeye başlamıştım. Yalnızlık güzel hoş da sınırı, ölçüsü nedir? Daha dingin, daha öze döneyim derken ipin ucu kaçar mı? İşte karşınızda David Fincher’ın ilk filmlerinden, sürpriz sonlu ve gerilimi sürekli ayakta tutan gizem dolu bir film: Oyun
Milyoner iş adamı Nicholas Van Orton, kontrolü sürekli elinde tutmak isteyen, mükemmelliyetçi, hırslı ve insanları kolaylıkla manipüle edebilen biridir. Elbette bu durum onu yalnızlığa iter. Kardeşi Conrad, her şeye sahip olan abisine tüm kontrolü elden alacak bir hediye verir ve Nicholas kendini inanılmaz bir oyunun içinde bulur.
Ne zaman izlediğimi hatırlamadığım kadar eski bir dönemde izleyip hayran kaldığım film için, geçen hafta neredeyse her şeyini unutmuş olarak tekrar ekran başına geçtim. David Fincher’ın kıvrak zekası, Michael Douglas’ın mükemmel yeteneği, senaryonun sürekli kendini yenilemesi, yarattığı gizem ve gerilim filme bağlanmanızı sağlıyor. Başta devam etmek için zorlanma ihtimaliniz olsa da sabırla içine girmeniz mümkün. Dört dörtlük hayatın içinde yalnızlığın dibine vurmuş ana karaktere “Allah’tan daha ne istiyorsun be adam, rahat batıyor!” diye söylenirken yalnızlığını kamera açıları, kullanılan renk ve mekanlarla göze sokulması senaryoyu ayrı güzelleştiriyor. Bir yandan Hollywood’a aralıksız göndermeler yapılıyor bir yandan paranın esaretine. 1997’de çekilen film, teknik açıdan 2021’de çok tatmin etmeyebilir ama hikayeye kendinizi kaptırırsanız hem gerileceğinize hem keyif alacağınıza inanıyorum. Sürpriz son sevenler ve benim gibi senaryo odaklılar kaçırmamalı. IMDb 7.7, 129 dk, türü dram-gizem-gerilim, +18